şimdiki İran topraklarında bulunan alamut kalesinde konuşlanmıs, tarihte bir çok içrek örgütle yakın temasta bulunan Hasan Sabbah'in liderliğinde organize olan, Dünya tarihinde şimdiye kadar görülmüş en iyi suikastçıları yetiştiren örgüt,dernek,mezhep.
Haçlı seferleri sırasında da hem haçlılara hem de Araplara karsı eylemlerde bulunmuş gizli tarikat olarak kısa bir tanım verebiliriz
Yaşam öyküsünden kalma bazı metin parçalarına göre, 9 yıl boyunca Hasan Sabbah İran‟da İsmaili
davası hizmetinde çok geniş alan içerisinde geziler yaptı. Başlangıçta Kirman ve Yezd‟de İsmaililiğin
propagandasına girişti. Üç yıl yaşadığı Damghan‟a gitmeden önce üç ay Kuzistan‟da kaldı. Hasan,
Selçuklu iktidar merkezlerinin bulunduğu ülkenin (İran) batı ve orta bölgelerinde, önündeki tüm
güçlükleri yenerek başarılar kazanacaktır. İran‟da hala Dailer dai’si Abdul Malik al-Attaş‟ın
yönetiminde İsmaili davası sürdürülüyordu. Daylam dailiğine atanan Hasan Sabbah, 1087-1088‟de
bölgedeki o aşılmaz Alamut kalesini seçti kendi devrimi için. Damgan‟daki başlangıç üssünden,
sonra Mazendaran‟daki Şehriyarkuk‟tan geçti, İsmail Kazvini dahil, Muhammed Cemal Razi ve Kiya
Abul Kasım Larijani gibi birçok daiyi Alamut çevresinde yaşayan yerli halkı İsmaililiğe döndürmek
için çeşitli bölgelere gönderdi.
Hasan Sabbahın Alamut Kalesini Alışı
Hasan Sabbah‟ın Alamut‟u alışı üzerinde iki geleneksel söylenti bulunmaktadır: Birincisi;
Seyyidina Hasan bin Sabbah, Melikşah‟ın Ali soylu bölge ahalisi H. Hüseyin Mehdi ile buluşup
Alamut kalesini 3000 dinara satın almak istediğini söyler. Mehdi onun bu büyük miktardaki altın
parayı bulamıyacağını düşünerek pazarlığı kabul eder. Bunun üzerine Hasan Sabbah, Girdkuh ve
Damgan daisi Reis Muzaffer‟e mektup gönderip, onun parayı bulmasını istemiş. Bu para kısa
zamanda sağlanıp Kale satın alınmıştır.
İkincisi; Hasan Sabbah, Mehdi‟den Alamut‟ta üzerinde oturacağı bir sığır derisinin kaplayacağı kadar
toprak parçası istemiş, o da kabul etmiş. Seyyidina Hasan bir öküz derisini ince ince sırım çekerek,
tüm kaleyi kaplayacak duruma getirip kaleye sahip olmuş.
ismaililer olarak da bilinen haşhaşiler varlıklarını (1090-1275 arasında) iki yüzyıl sürdürmüştür. thugların aksine politik hedefleri olan bir organizasyondu bu. amaçları politik ve dini kurumları birbirinden ayrılamayan bir din olan islam'ı gerçekleştirmek veya saflaştırmaktı. thuglarla kıyaslandığında çok az ölüme ve ekonomik zarara sebep olsalar da haşhaşiler birçok ülkenin devlet düzenini ciddi biçimde tehdit ediyordu ki özellikle iran ve suriye'de yaygın olan selçuklular için büyük tehlike oluşturuyorlardı.
weber (1955, s.2)'in de dikkati çekmiş olduğu üzere islam her zaman bu dünyadaki sosyal düzeni değiştirecek ahlaki bir mesajı yaymaya önem veren bir dindi. islam içerisinde terör ise hinduizm içerisinde olmayan ek bir özelliğe sahipti. thuglar üç öğe ile alakalıyken (saldırgan, kurban ve tanrı) haşhaşiler dördüncü bir öğeye ulaşmaktaydı: düşünceleri dikkat çeken olaylara çekilebilen genel veya ahlaki bir kitleydi bu. kendileri ile ilgilenen çoğunluklara ulaşmak için kitle iletişim araçlarına ihtiyaç yoktu zira öldürmeye niyetlendikleri kurbanlar kutsal yerlerde ve saraylarda katledilmektedi özellikle de bayram gibi çok fazla tanığın olduğu günlerde öldürülmektelerdi.
dikkat çekmek ile anlaşılmak iki farklı şeydir ve durumun amacı bir kitle yaratmak ise tehdit edilenler teröristin mesajına kendi yorumlarını katarak tehdidin algılanmasını düşürmeye çalışırlar. bunu yapabilmeleri ihtimali eğer saldırgan yaptıklarından pişmanlık duyarsa veya en azından kaçarsa en fazlaya çıkar. ancak katiller loncasının doktrinleri her iki ihtimali de yok edecek biçimde yapılmış gibidir. yaptığı eylemin kitlesel bir nitelik kazanmasını amaçlayan bir kişinin kaçması pek mümkün değildir zaten. haşişiler yollayacakları katili hayatta kalabileceği düşüncesini bile aklına getirmeyecek biçimde koşullandırmalarından sonra kaçmayı bile denemez. silahı bir bıçaktır "ne zehir ne ok hep bıçak" ve bu silah seçimi bile onun yakalanmasını veya öldürülmesi için özel olarak tasarlanmıştır denilebilir. pek zaman "(katil) kaçmak için bir teşebbüste bulunmaz ve hatta bir görevden sağ çıkmanın utanç verici bir olay olacağı konusunda bir ima bile vardır". on ikinci yüzyılda yaşamış olan bir batılı yazarın kaleminden alırsak "aralarından birisi bu şekilde ölmeye karar verdiğinde şefin kendisi "kutsanmış" olarak addedilen bıçakları kendi elleriyle verir." (lewis 1967, s. 127)
şehitlik, yani ölümü insanlara "gerçeği göstermek" adına gönüllü olarak kabulleniş, mesaj verme kaygısı taşıyan dinlerin merkezi ve hatta kritik denilebilen bir metodudur. bu sayede inananların şüpheleri yok edilir ve dini yayma kolaylaşır. haşhaşileri anlamak Müslümanlık içerisindeki şehitlere, özellikle İslam düşmanlarını öldürürken olan şehitliğe, verilen önemi kavramadan mümkün değildir. haşhaşi eğitimi açıkça takipçilerini şehitlik için hazırlayan bir eğitimdi. katilleri adlandırmakta kullanılan fidayeen (kutsanmış veya adanmış olanlar anlamına gelir) kelimesi onların (thugların kurbanları gibi) kendilerini bütün günahların pişmanlığından azat etmiş ve dolayısıyla "cennete girmeyi" haketmiş dini kurbanlar olarak görüldüğüne işaret eder. (kohlberg 1976 s. 72)
haşhaşler diğer Müslümanlara karşı kılıçların çekilmesini, gerçekten inanan kişinin başka silahlar kullanabilmesi ve hatta Mehdi'nin gelişini hızlandırmak için yapması gereken şey olarak yorumlamıştır. bu bağlamda belli silahlara dini önem atfeden daha önceki islami binyılcı hareketlerine benzerler. sekizinci yüzyılda var olan bazı kültler kurbanlarını boğmuş ve hatta bir tanesi kurbanlarını tahta sopalarla ölene kadar dövmüştür. (friedlaender 1907, 1909; watt, 1973, s. 48) her durumda seçilen silah kaçışı engellemekte ve şehitliği vurgulamaktadır.
haşhaşiler dinlerinin "dillerini kullanarak" gerçek anlamını diğer müslümanlara yaymaya çalışan misyonerleri organize eden daha aktif şii elementlerden kökleşmiştir. her ne kadar kökleri İran'a dayansa da pek çoğu mısır misyoner okullarında eğitilmiştir bu misyonerler. mısırdaki şii (ismaili) devletinin binyılsal doktrinleri destekleme özellikleri azalınca haşhaşilerin kurucusu kendi bağımsızlığını ilan etmiş, alınamaz olarak görülen birkaç dağ kalesini ele geçirmiş ve onları bütün anlamda mültecilere açmıştır. burada haşhaşilerin kanunun yok olduğu ve insan doğasının mükemmelleştiği armoni içerisinde anarşik bir durum olarak tarihin mesihsel tamamlanmasını öngören sistematik bir gnostik(mistik teoloji oluşturduğunu görüyoruz.
thuglar gibi haşhaşiler de devlet sınırları arasında sürekli hareket halindelerdi. ancak ikisi arasındaki farklar önemlidir. thuglar kendilerini kar ve kendilerinin o prensin ülkesi dışarısında hareket etmelerine söz vermeleriyle koruyacak prenslerle anlaşmalar yaparken haşhaşiler İslam'ı tekrardan tek bir topluluk olarak oluşturma amacını güttüklerinden doktrinleri gereği varolan bir islam devleti içerisinde varolamayacak uluslararası bir komplo oluşturma hedefin delerdi. dolayısıyla dağınık dağ kaleleri veya şehir devletlerinen oluşan kendi devletlerini kurmak zorun dalardı.
belki de tarihte ilk defa bir devletin temel varoluş amacı uluslararası terör yaratmaktı. devlet bir dizi gerilemeden sağlam çıkacak, ve sağlam çıkan, etkili ve dayanıklı bir organizasyonun yaratımı için imkanlar sağlıyordu. daha önceki binyılsal birliktelikler çok darmadağınıklardı, üsleri rahatlıkla ulaşılabilir haldeydi ve onların sonuç olarak önem sizlikleri tarihçilerin bile onları kaale almamasına yol açıyordu ki onları bize bilinebilir kılacak tek kaynak tarihçiler idi. izolasyon haşhaşilere yarı monastik bir yaşam sürdürmelerine ve liderler, misyonerler ve fidayeen yetiştirmelerine imkan verecek hem alanı hem de zamanı sağlıyordu. 50 yıl sonra şehir merkezlerindeki popüler desteği kaybetmelerine rağmen 150 yıl, ki moğol ve arap orduları devletlerini yok etmeseydi daha da uzun sürebilirdi bu varlık, varlıklarını sürdürmüşlerdir.
işlerini kolaylaştırmak adına, kendilerine sempati duyan şehirlerde kendilerine destek veren hücreler ağı oluşturmuşlardır. pek sık olarak devlet içerisinde anahtar rol oynayan kişiler, ama rüşvet ile, ama korkutma ile, ama kendilerinden yapmayla, haşhaşilere destek vererek onlara iç destek vermiştir. ortodoks müslümanlar içeriden verilen desteğin önemini anladıklarından haşhaşiler algıları düşmanlarını dost olarak gösterip manipüle etmiş, şüpheleri ve kafa karışıklığını arttırmışlardır.
başarılı bir suikast politikası, öldürme eylemini misyonerleri korumak için gerekli bir ölçü olarak kabul edilmesine bağlıydı. bu sayede fidaykeen gibi profesyonel askerler, konvoyun kendisi saldırıya uğramadıkça savaşa girmeyen silahlı gemi eskortlarına benzetilirdi. (tugwell, 1979 s.62) kurbanlar, uyarıları dikkate almayan dini veya politik liderler olup bu kaale almayışları yüzünden yeni vaaz'ın duyulmasına engel olmak ve islam içerisindeki çürümenin karmaşıklığını gösteren insanlar olarak kendilerine yapılacak bir saldırıyı üstlerine çekiyorlardı.
haşhaşi efsaneleri, her binyılcı grubunkiler gibi, aydınlatıcıdır. aralarından bir tanesi fidaykeen ile kurbanın ilişkisine dairdir. haşhaşiler genç bir üyeyi, devlet içerisinde yükselmiş bir memurun hizmetine verir. bağlılığı ve becerisi ile efendisinin güvenini yıllar içerisinde kazanan genç hizmetkar uygun bir zamanda bıçağı efendisinin sırtına saplayacaktır. kişisel veya normal hislerden olan bu olağanüstü bağışıklıkları yüzünden diğer müslümanlar tarafından "haşhaş yiyiciler" (hashashin) olarak adlandırılmışlardır. (her ne kadar kanıtlar herhangi bir uyuşturucunun kullanıldığını göstermese de takiye doktrini ve eğitimlerinin çocukluktan itibaren başlaması belki fidaykeen davranışını açıklayabilir) efsane de önemlidir çünkü bu duyulduğunda kitlenin bir tepki duymasına yolaçar. her yerde haşhaşiler korku ile karışık bir saygı duyurmuştur. kendi davalarına yakın olan insanlar bu adanmayı takdire şayan bulurken, kendilerine düşman olanlar bunu nefret dolu, iğrenç ve insanlık dışı bir fanatiklik olarak görmüştür. daha az belli olan ancak daha da ilginç olan şey, belki de ikisinin arasında kalan nötrlerin tepkisini görmek açısından bir ipucudur bu, katil teriminin orta çağ avrupasındaki anlamının değişmesidir. en başta adanmışlığı imleyen bu kelime daha sonra hainlik ile öldüren kişiyi niteleyecektir
bir suikast planının potansiyel kullanımı bellidir. dramatik bir biçimde ayarlanmış suikastler, bir olaya dikkatleri inanılmaz bir biçimde çeker. müslümanlık bağlamında da iktidarın kendisi oldukça kişiseldir "bir sultan öldüğünde orduları otomatik olarak dağılır. bir emir öldüğünde toprakları karmaşa içine girer" (hodgson 1955, s. 84). savaşa bir alternatif olarak düşünüldüğünde bu suikastler ahlaki bile görülebilir. katil belki ayrımcı olabilir; güçlü ve suçluya saldırırken olayda büyük ölçüde masum olan çoğunluğa dokunmaz.
bir suikast politikasının yarattığı problemler zaman içerisinde belli olmaktadır. bir dizi suikast olayların normal gidişattı içerisinde yoğun bir sosyal düşmanlık yaratmalıdır; bazı liderlerin sahip olduğu popüler tanınma var olacaktır ve suikastlerin kendisi bir hainliği imleyecektir. "savaş içerisinde iyi niyet olabilir ama bu, önceden uyarmadan yapılan cinayette yoktur. her ne kadar müslümanlar... sıkça ... suikasti uygun ve ... sık ve kabul edilen bir politika olarak görse de bu (suikast) politika hem onları hem de bütün insanlığı korkutan bir hale gelmiştir" (hodgson 1955, s. 84). benzer bir mantık immanuel kant'ı (1948 s. 6) katilleri kullananları da suçlu olarak nitelemesine neden olmuştur çünkü böylesi bir güven kırılması nefreti arttırırken bir tarafın diğerini yoketmeden oluşabilecek barış ihtimalini azaltır.
beklenilebileceği gibi ortodoksların verdiği tepki fidaykeenlere sempati duyduğu düşünülen insanları öldürmek olmuştur (hodgson 1955, syflr 76-77, 111 - 113). haşhaşiler dikkate değer bir kendilerini sınırlama ile tepki vererek karşı saldırı fırsatlarını görmezden gelmişlerdir. şehirsel terör olayları, ortodoks kesimin evlerinin yakılması gibi olaylar olmuştur ancak bunlar o kadar düzensizdir ki asiler başka bir suikastin, bu tepkileri doğurduğunu düşünmüşlerdir. bu sınırlamanın politik sonuçları ise bellidir, kırk yıldan sonra haşhaşilere şehirden verilen destek kesilmiş ve katliamlar da durmuştur (hodgson, 1955 s. 115)
tek ve stilize bir saldırı biçimine olan bağlılık kafa karıştıran bir niteliktedir. haşhaşilerin öncülü olan binyılsal gruplar suikasti çekici bulmuşlardır ama başka metotlar da kullanmışlardır. kendilerinden önce gelenlerden farklı olarak haşhaşiler diğer taktikleri kullanabilecek kaynaklara sahiptirler ve böyle yapmayarak kaybedecekleri de çok şey vardır. ancak yine de haşhaşi orduları sadece kendi şehirlerini korumuş ve karavanları yağmalamıştır, bunun nedeni olarak haşhaşi doktrini içerisinde savaş ve suikast arasında yapılmış olan bir ayrım gösterilebilir. bu örüntü, bu hareketin tarihinde taktik sebeplerden ötürü ortodoks bir topluluk olmaya karar verdiği zaman gözönüne alındığında bariz bir biçimde göze çarpar. "3. hasan şehirleri ve bölgeleri ele geçirmek için memurları ve kutsalları öldürmek için katiller yollamaktansa ordular yolladı; ve köylerde camiler ve hamamlar yaptırarak kendi hükümranlığını katillerin ini olmaktan çıkartarak komuları ile ailesel ittifak bağlarına sahip saygın bir krallığa dönüştürdü." (hodgson, 1955 syf. 217 - 239; lewis, 1967, s. 80). hristiyanların haşhaşiler ile olan çatışmaları da bıçağın sadece inanca ihanet eden kişiler için kullanıldığı, kılıcın ise bu inancı hiç kabul etmemiş kişilere özel kullanıldığı bakışını yansıtır zira haşhaşiler suriye'de istilacı haçlılar ile karşılaştıklarında fidayeen'lerini değil ordularını kullanmışlardır. (lewis, 1967, s. 108)
taktiklerini değiştirmeye duydukları veya kaynaklarını daha etkili kullanmalarına yönelik özel direnişlerinin kökleri, bütün binyılcı grupların doktrinleri gibi, ana dinin temel yargılarının tekrardan yorumlanmasında aranabilir. binyılcılar için bu temeller dinin başarısının sebebidir ve bu temellerden vazgeçilmesi dinin sözünün gerçekleştirilememesinin de nedenidir. muhammed'in hayatı haşhaşi stratejisine bir model olmuş olabilir. grup, mesela, ıssız alanlardaki barınaklara (dar-el hijra) çekilerek başlamıştır, ki bu karar "muhammed'in hayatından yapılmış olan bir taklittir" zira kendisi de mekke'deki insanları kendi dinine çekemeyince kendsine daha dost olan medine'ye kaçmıştır. "medine islam'ın ilk dar-el hijra'sıdır, ilk sığınılan yerdir ki buradan zafer ile, kişinin kendisinin suçlanarak kaçtığı, inanmayan topraklara zafer ile dönülmüştür" (hodgson, 1955, syf. 79-80). islam takvimi bu olaya dayanır ve kişinin tekrardan başlamak üzere kendisini çekişi islam içerisindeki binyılcı grupların ve mısır'daki müslüman terörist grupları üstünde yapılan araştırmalara göre günümüzde de devam eden bir şeydir. (hodgkin, 1977; ibrahim, 1980)
suikastin diğer özellikleri de müstehcen bulunmuştur. haşhaşilerin yaptıkları işler kendi inançlarındaki yetersizliklerin bedelini ödemek veya telafi etmek için yapılan şeylerdir. normal sınırlamaları veya kurbana duydukları kişisel bağlılıkları aşma becerisi adanmışlığın ciddi bir ölçüdür. örneğin her olayda suikastçi ve kurbanı akrabadır ve aralarındaki bağdan daha güçlü bir bağ yoktur diye bilinmektedir. kurbanların kendilerini savunma ihtimali de yoktur (uyuyor olabilirler kadın veya yaşlı adamlar olabilirler) ve pek zaman saldırganın merhametini duyduran meşgalelerle uğraşmaktadırlar (çocukları ile oynuyordur veya sevişiyordur vb.). muhammed'in bilinen takipçileri olarak suikastçiler kurbanlarına sadece kendi inaçlarını reddederek hedeflerine ulaşabilirler
ilginç
YanıtlaSil