3 Ekim 2014 Cuma

Matrix Felsefesi ve Evren

Uyarı: Konu hakkında bir iddiamız yoktur. Sadece ortada olan bir görüşü yayımladık ve araştırdık. Konu hakkında hiç bir beyanda bulunmuyor, sadece başka araştırmacıların konuyu gündeme getirmesinden dolayı bilgilerinize sunuyoruz. Konumuz merak araştırma ve derleme ekibi olarak bu yazı hakkında beyanımızın olmadığını şiddetle dikkat çekmek istiyoruz.


Hayatın Başladığı ve Bittiği Noktaya Yolculuk... Matrix!
Ya kendine bir yol seçmelisin..
Ya da kendi çizdiğin yolda yürümelisin.....


matrix

 Matrix filminin en etkileyici sahnesi suni olarak kozalanmış, çıplak ve kablolara bağlanmış insan bedenleri içeren sonsuz şeffaf kulelerin olduğu sahnedir. Bu, büyük bir şokla keşfediyoruz ki, Gerçek. Hikâyedeki geri kalan her şey bu noktada çözülür: insanlar bizim modem an kovanı kentlerimizde koşuşturup, sıradan veya çılgın yaşantılarını sürdürürken, bunların hepsi Görünüş, Düş, Yanılsama'dır.


 Platon'dan Buda'ya kadar antik dönemlerden beri birçok felsefeci, gerçek sandığımız dünyanın, asıl gerçeğin belki bir gölgesi bile olmadığını söyleyip durmuştur. Etrafımızda gördüğümüz dünyanın "sadece görünüş" olduğu fikrine en gelişmiş kanıtlar belki de Immanuel Kant'ın çalışmalarında bulunmaktadır. Kant fizik dünyanın nesnel denilen varlıklarının bile öznel insani yansıtmaya dayandığını ileri sürer. Her ne kadar görünüşlerin ve tecrübe ettiğimiz fenomenlerin kuruluşunda payı olan bir Gerçek var olsa da, bu Gerçeklik duyumsal görünüşlerin dünyasında bulunamaz. Etrafımızda gördüğümüz ve hissettiğimiz dünya, insan bilincinin bir yansıtmasından başka bir şey değildir. Bu dünya sanıldığı gibi bizden ayrı olarak var olmaz. 161 Đnsan izleyicilere yönelik bu aldatmanın sorumlusu kim? Kant'a göre olağan tecrübenin yanılsamalı görünüşünü yaratan, Descartes'ın kötücül cini gibi harici bir varlık değildir. Bizi aldatan, yine biz insan-lartzdır. Tecrübe

evren ve matrix


ettiğimiz dünyayı yansıtarak, ona bağımsız bir gerçeklik atfeder ve böylece kendi özgürlüğümüze
 yabancılaşırız. Yaratıcı insandan bu feragat etme, temel üretici biçimin, birçok insanın kendini başkalarının kölesi olarak bulduğu sosyoekonomik, siyasi dünyanın "matris"idir. Đki Matrix Matrix'te yapay zekâya sahip güçlü makineler insanlığın, hepsini değilse bile, büyük bir kısmını hâkimiyetleri altına almışlardır. Matrix yanılsamanın kaynağını dahili değil de harici olarak resmettiği için Kamçı olmaktan ziyade Platoncu veya Kartezyendir. Bununla birlikte insan varlıklarını Matrix'te hapseden yapay zekâlar, mahkûmları kendi isteklerine göre kontrol etmektedir. Filmde insanlığı yönetmede başarılı olmaya çok yaklaşmış olan varlıkların, gizli insani dilekleri yerine getirmek için orijinal programlarını -görünür dünyanın doğasını yöneten Matrix'i- değiştirmek zorunda kaldıklarını öğreniriz. Ajan Smith, direnişini kırmaya çalıştığı Morpheus'a, eskiden iki Matrix olduğunu, tutsak insanlığın deneyimlerini yöneten birbirinden temelden farklı iki program olduğunu söyler: "Đlk Matrix'in mükemmel insan dünyası olarak tasarlandığını biliyor muydun? Hiç kimsenin açı çekmediği, herkesin mutlu olduğu bir dünya. Felaketlerin olmadığı bir dünya. Biliyor musun, hiç kimse programı kabul etmedi. Bütün hasadımızı yitirdik." Ajan Smith bu anormalliği açıklamaya çalışır: "Bazıları sizin mükemmel dünyanızı betimleyecek program diline sahip olmadığımızı söyledi. Fakat bana sorarsan, bir tür olarak insanoğlu, kendi gerçekliğini acı ve mutsuzluk vasıtasıyla tanımlıyor." Nasıl halinden memnun bir inek en iyi sütü verirse, halinden memnun insanlık da, yapay zekâya sahip makinelerin efendileri için 162 gerekli yaşam enerjisi olan en iyi biyoenerjiyi vermektedir. Matrix, uyuyan organizma ruh-hırsızı zeki makineler için bir akü görevi görürken, zihinleri meşgul etmek için tasarlanmıştır. Paradoksal bir biçimde, insanlığın iyi bir uyku için içgüdüsel ihtiyaçlarına en iyi yanıt veren, ideal bir mutluluk dünyası değil, biz seyircilerin içinde yaşadığı acı ve mutsuzluk içindeki şu bildik sidik yansı dünyasıdır. Olası matrixlerden birini bilinçsizce, içgüdüsel olarak veto ederek seçme gücüne gösteren uyuyan insanlık, programın asıl efendisidir. Ajan Smith ilk Matrix'in yarattığı bilişsel karmaşayı betimler: "Mükemmel dünya, sizin ilkel beyinlerinizin sürekli uyanmaya çalıştığı bir düştü. Matrix'tekİ
dünyanın bu şekilde tasarlanmasının sebebi bu: medeniyetin doruğu." Buradaki içerim, kendi yanılsamamızı kendimiz seçtiğimiz ve kesin bir mükemmel dünya fikrini içgüdüsel olarak reddettiğimizdir. Kötücül cinlerin ve onların düş kulelerinin esiri bile olsa, insanlık istediği şeyi alıyor. Peki insanlar ilk Matrix'in mutlu dünyası yerine, neden bu acı ve mutsuzluk dünyasını istiyorlar? Đki Özgürlük Teorisi Matrix, biri bizim tarafımızdan, diğeri dışarıdan bir güç tarafından olmak üzere iki tutsak etme hikâyesi anlatırken, iki özgürlük teorisinden de söz eder. Bütün film boyunca seyirciye yalnızca Neo'nun O olup olmadığı değil, aynı zamanda O olmanın ne demek olduğu sorulur. Filmin başında Choi, Matrix'in içindeyken bile, bireylerin hayatlarını kontrol eden bilgisayar sistemlerini yanıltarak onlara yardım eden Neo'nun gücünü tanır. Neo'ya bir bilgisayar CD'si için iki bin dolar verirken: "Sen benim kurtarıcımsın, adamım. Kişisel Hz. Đsa'msın," der. Fakat bu tür bir "özgürleşme", gerçek özgürlüğün yalnızca bir gölgesi, belki de bir karikatürüdür. Felsefe tarihi bize birbirine zıt iki kurtuluş fikri yorumu sağlar. Yanılsamanın kaynağının insanlığın dışından geldiği Platoncu versiyonda, yanılsamanın üstesinden gelecek olan fail de dışarılıklıdır. Đnsan163 lığı mutsuzluk ve öz-yıkım batağından kurtaracak kişi "felsefeci kral" ona bunun yerine... ne sunar? Düzgün bir hiyerarşiye sahip varoluşun memnuniyetini ve uyumunu. Fakat bu ideal dünyaya benzeyen şey, hâkim güçler tarafından insanlığa zaten sunulmuş ve düş gören insanlık tarafından bizzat düş dünyasında reddedilmiştir. Geleneksel Hıristiyanlıkta Kurtarıcı ötekilere benzemeyen, istisnai bir Tanninsan'dır ve ölüleri diriltip, ölümden sonra kendi kendine hayata gelecek güçtedir. Filmin karakterlerinin zihninde egemen olan işte bu geleneksel "O" anlayışıdır ve filmin son sahnesinde de bütün bu geleneksel beklentiler tümüyle gerçekleşir. Kant'ın savunduğu diğer seçenek, modern felsefi Aydınlanma felsefesidir ki, ilkeleri Amerika Birleşik Devletleri Anayasası'nda cisim-leşmiştir. Yaşanmaya değer tek toplum, özgür insanların kendi kendilerini yönettiği toplumdur. Köleler ancak kendi kendilerini serbest bırakırlarsa özgür olabilirler. Eğer onları zincirlerinden bir başkası kurtarırsa, kolayca tekrar köle olurlar. Kant bizi ancak ve ancak bizim kurtarabileceğimizi söyler. Đnsanlığın bu kendini özgürleştirmesi, her birimizin kendi içimizde keşfetmek zorunda olduğumuz bir kaderdir. Kant'ın gözünde Đsa, çaresiz insanlığı kurtaran istisnai bir varlık değil, kendimizi kurtarma Tanrı-benzeri potansiyelimize dair modelimizdir. Kant'ın algılanan dünyanın, tamamen harici bir aldatıcı tarafından belirlenmeyen, kendi kendimize yarattığımız bir yanılsama olduğuna dair kavramlaştırması, bütün insanların insanlığın kendi kendini özgürleştirmesine katılmasının bir kader olması görüşüyle kopmaz bir şekilde bağlantılıdır. Kant'ın bu birbirleriyle bağlantılı kavramsallaştır-maları savunduğu savlan okuyucuyu kendi sağlamlıklarına ikna edebilir ve bu sayede Matrix filminde görsel ve dramatik bir biçimde sunulan fikirleri güçlendirebilir. 164 Kopernik'in Astronomideki Devriminin Felsefi Đçerimleri Salt Aklın Eleştirisi (1871) kitabında Kant, "Kopernik'in hipotezleri doğrultusunda" felsefi bir devrim çağrısında bulunur. Felsefedeki bu devrim, felsefi fikirlerimizin -yaşadığımız dünya hakkında genel düşünme biçimimizinmodern bilimin içerimlerinin gerisinde kalmaması anlamına gelir. Bu içerimler Kopernik'in Güneş'in, bize göründüğü gibi, Dünya'nın çevresinde dönmediği, görünüşün aksine, Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğü keşfinden başka bir yerde değildir. Bugün (uzaydan göründüğü haliyle) bizim küçük mavi gezegenimizi devasa bir evrenin merkezine koyan eski evren anlayışlarının saflığına ve belki kendini beğenmişliğine kibirli bir şekilde gülüyoruz. Fakat Aristoteles gibi yer merkezli evren resmini savunmuş olan eski felsefecilere layık oldukları saygıyı göstermekte tereddüt etmeyelim. Her şey bir yana, onlar, bugün bile kendi gözlerimizle gördüğümüz dünyayı, genel terimlerle gerçek olarak formüle ettiler. Güneş'in gök "kub-be"de daire çizerek dünyanın etrafında dolaştığım görürüz.

Gökyüzünü, fiziksel bedenlerimizi çevreleyen dairevi bir ufka kadar uzanan yeryüzü düz gezegenini kaplayan devasa bir kubbe olarak görürüz. Eğer Aristoteles'in antik evrenbilimini reddediyorsak, fiilen algıladığımız dünyanın bir yanılsama olduğu fikrini kabul etmek zorundayız. Yermerkezli evren görüşü daha temel bir algılama özelliğinin uzantısıdır, buna biz benmerkezci doğa diyebiliriz. Fiziksel dünyayı doğrudan doğruya fiziksel bedenlerimizin merkezinden görürüz. Şeyler bize böyle görünür. Algıladığım dünyanın merkezi benimdir, benim fiziksel varlığım. Bu herkes için aynıdır. Fakat ufak bir düşünme bize, kendinde dünyanın bu şekilde olamayacağını söyler. Çocuklar beden-merkezli dünyayı gerçeklik olarak kabul ettiklerinde biz buna ben-merkezcilik diyoruz. Fakat yetişkinler kendilerini evrenin merkezi görmekten vazgeçmezse, buna egoizm diyoruz. 165 Ben O'yum Egoizm hayatın ahlaki boyutunun merkezi bir kategorisidir. Egoizm bir insanın kendi fiziksel varoluşunu, kendi seçimlerinin öncelikli temeli olarak görmekte ısrar etmesidir. Egoist nihai olarak kendisinin O olduğuna, evrenin merkezi ve her şeyin uğruna yapıldığı varlık olduğuna inanır. Bütün bireyler aynı şekilde, doğal olarak kendilerinin gizemli bir şekilde özel bir varlık, tek özel varlık olarak seçilmiş-liğine inanır. Ne var ki tecrübe, kısa sürede bize diğer varlıkların bizi sınırlama ve arzularımızı gerçekleştirmemizi engel olma gücüne sahip olduğunu öğretir. Diğer varlıklar da sanki kendileri O imiş gibi davranırlar. Bu çelişkiyi çözebilmek için, bizim -genel olarak insanlığın, evrendeki tüm akıllı varlıkların- birlik içinde evrenin gerçek merkezi olduğunu kabul etmek gerekir. Ahlakın temel seçimi, birbirine zıt iki kavram veya iki gerçeklik matrisi arasında seçim yapmaktır: bir yanda birbirinden ayrı, bağımsız ve rekabet halinde egolar, bir yanda ortak insanlığın dünyası vardır. Egoist dünya kavrayışı, zaman ve mekânda birbirinden ayrı ve fiziksel nedensellik yasalara göre birbirleriyle çarpışan fiziksel bedenler görünüşüyle bağlantılıdır. Oysa bir de ahlaki bilinç noktasından görünen başka bir dünya daha vardır: insan birliğinin ve özgürlüğünün dünya-sı. Eğer gerçek olan birincisi ise, ikincisi bir yanılsama olmalıdır. Ya da tam tersi, eğer ahlaklılık matrisinin gerçek olduğunu düşünüyorsak, ayrılık matrisi bir yanılsama olmalıdır. Filmde hakikat, özgürlük ve insanlık için ahlaki seçim kırmızı hapın seçimiyle sembolize edilmiştir. Kırmızı hap bireyleri Gerçekliğe uyandırır; mavi hap kişiyi ben-merkezli bir yanılsama uykusuna geri gönderir. Ne var ki bu seçim sınanacaktır. Đlk başta uyanmayı ve buna göre bir gerçeği yaşamayı seçen bir insanın bağlılığı daha sonra bir krizden geçmektedir; çünkü bu kişi, bu seçimin sonuçlarının kuşkulu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır. 166 Gerçeklik Nedir? Kant'ın terimleriyle, ahlaki seçimin nihai anlamı, "En Yüksek Đyiyi" yaratma görevidir. En yüksek iyi özgür ve mutlu bir dünyayı yaratmadır. Eğer böylesi yüksek bir görüşün sonradan yanılsamalı olduğu ortaya çıkarsa, o halde ilk seçim de gerçek değildir. Bu durumda geriye tek bir olanak kalır: bir insanın kendi ayrı egoist hayatını, varoluşunun dışsal şartlarına mümkün olduğunca uyum göstererek yaşamak. Cypher hâkim güçlerin ezici görünen iktidarı yüzünden, Nebuc-hadnezzar tayfasının yüce amaçlarının bir yanılsama olduğu sonucuna varır. Cypher'ın kırmızı hapı seçimi ağır yaşam koşullarıyla test edilmiştir. Nebuchadnezzar tayfası için Matixc'in dışındaki ilksel özgürlük ile gerçekliğin, yalnızca ona inananların zihinlerinde var olan, nihai bir özgürlük ile nihai bir hakikatin gerçekleştirilmesinin sadece geçici anları olduğunu fark eder. Son özgür insan şehri Zion diye sembolize edilen, efsanevi bir Vaat Edilmiş Ülke aradıklarını görür. Pratik sonuçlara ulaşmak için makul bir deneysel tahminde bulunarak, Morpheus'un özgürlük ve gerçeklik görüşünün nihai yanılsama olduğuna karar verir. Morpheus'a ihanetini meşrulaştırırken, özgürlük ve gerçekliğin kendi yüzeysel yorumunu dile getirir. "Eğer bize gerçeği söylemiş olsaydı," der Morpheus'un bedenine, "kırmızı hapı g... sokmasını söylerdik!" "Bu doğru değil Cypher," diye

karşı çıkar Trinity ona, "o bizi özgür bıraktı." Cypher yanıt verir: "Sen buna özgülük mü diyorsun? Tüm yaptığım onun bana söylediğini yapmak. Eğer bununla Matrix arasında bir seçim yapmak zorundaysam, Matrix'i seçerim." Morpheus'un aklındaki özgürlük, yalnızca Matrix'ten kurtulma, yalnızca bir insanın kendine özgü mutluluğunun peşinde koşma değil, insanlığın daha yüksek bir özgürleşmesini kendine amaç edinmiş bir kader veya alınyazısına katılmaktır. Bu amaç "medeniyetin doruğu" denilen modern dünyamızın sadece 'gerçeklikte' yeniden yaratılması değil; fakat başka, daha iyi, özgürlüğü ve mutluluğu birleştiren 167 bir insani mükemmellik dünyasının yaratılmasıdır. Bu yüzden Trinity'nin buradaki yanıtı yetersizdir, çünkü o sadece Matrix'in sanal gerçekliğindeki varoluş yanılsaması ile fiziksel gerçekliğin benmerkezci yanılsamalı algılamasını birbirinden ayırabilir: "Matrix gerçek değil!" der. Cypher'ın yanıtı daha derin bir gerçeğe dokunur, "Aynı fikirde değilim, Trinity. Matrix bu dünyadan daha gerçek olabilir. Tüm yapmam gereken şuradaki fişi çekmek. Orada Apoc'un öldüğünü görürsün." Matrix'in yanılsamalı dünyası ile Nebuchadnezzar'ın güvertesin-deki olağan fiziksel algılar dünyası arasındaki zıtlık, filmin yanılsama ve gerçeklik, kölelik ve gerçeklik temalarını keşfinin sadece bir başlangıç noktasıdır. Yanılsama ve gerçeklik arasındaki uyuyan insanlığın kulelerinde çok şaşırtıcı bir biçimde betimlenen tezatlık, henüz tamamlanmamıştır. Gerçek anlamda heyecanlandırıcı olan, Neo ile birlikte seyircileri büyüleyen şey, Matrix'in dışındaki hayat değil, gerçek doğası bir kez anlaşıldığında, onun içindeki hayattır. Ahlakın Varsayımları Evrensel mutluluğun mükemmel dünyasını yaratmaya çalışırız, Kant bu noktaya kadar ilk Matrix'in hakim güçleriyle benzer düşünür. Fakat bu mükemmel dünya, örneğin uzaylı güçlerin tasarlamış olduğu herhangi mümkün bir dünyayla uyumunu imkânsız kılan bazı kesin şartlara ve gerekirliklere sahiptir. En Yüksek Đyi insanların yalnızca içinde mutlu olduğu bir dünya değil, mutlu olmaya değen bir dünyadır. Mutlulukları kendi özgür ve sorumlu eylemleri tarafından hak edilmiş olmalıdır. Artık uyuyan insanlığın milenyumun sonunda sidik yansı bir dünyayı talep etmekte neden ısrar ettiğini anlayabiliriz. Yapay zekânın hâkim güçleri onlara bütün ihtiyaçlarının tatmin edildiği, bütün mutsuzluğun dindirildiği ideal bir dünya sunduğunda, böyle bir mutluluk yanılsamasının bir yanılsama olması gerektiğini gördüler. Bir yanılsama 168 olmalı, çünkü insanların birbirlerinden ayrı oldukları inancı düşlerde bile hayatın temel matrisi olmaya devam etmektedir. Ayrılığa duyulan bu inanç, insanlar düşte bile fark ediyorlar ki, kaçınılmaz olarak, rekabet, mücadele ve kazananlar ile kaybedenler arasındaki farkla sonuçlanır. Mutluluk ancak özgür insanların, görünür ayrılığı temelinde değil, gerçek birlik temelinde eylemde bulunduğu kökten farklı bir ilkenin temelleri üzerinde mümkündür. En Yüksek Đyiyi yaratma ahlaki arayışı en yüksek iyinin varoluşuyla çelişir görünen bir dünyanın sen gerçekliğiyle test edilir. Ahlaklı bireyler, tümüyle farklı ilkeler üzerine inşa edilmiş bir dünyanın kuvvetleri karşısında kendilerini güçsüz hissederler. Đdeal ahlaki matris, fiziksel olarak var olan egoizm matrisini alt etmek için fazla güçsüz görünmektedir. Birey umutsuzluğa kapılmamak için, tümüyle gelişmiş bir dünyanın matrisi olarak ahlaki ideali gerçekleştirmenin mümkün olduğuna iman etmelidir. Kant bu imanın üç çehresini ayın eder ve bunlara ahlakın üç varsayımı der. Ahlaki bilinci varsayımları şunlardır: Özgülük, Tanrı ve Ölümsüzlük. Ahlakın hedeflerini gerçekleştirme konusunda kendimizi güçsüz hissetmemize karşı, varsayımlar temel ahlaki seçimimize sadık kalmak için neye inanmamız gerektiğini tanımlar. Bu inançlar özsel olarak insanlığın kurtarıcılarının ve özgürleştiricilerinin inançlarıdır. Varsayımlar aracılığıyla, hayatımız içindeki görevlerimizi -En Yüksek Đyi dünyasını yaratabilecek O olma, yeryüzündeki cennet krallığı, vaat edilmiş ülke Zion'a ulaşma- bırakmamayı öğreniriz. Kant ahlaki deneyimin gerçekliğine inanmanın zorunlu olduğunu vurgular. Bu gerçekliğin bilimsel bir bilgisine erişmek mümkün değildir, diye düşünür, çünkü

bilimsel bilgi deneyimi belirlenimci fiziksel, psikolojik ve sosyo-ekonomik yasalara göre açıklar. Fakat ahlaki deneyimin özü onun belirlenimci olmayan doğasıdır, özgür iradedir. Bu özgürlüğü tersine indirgemeden (bilimsel olarak) bilemeyeceğimize göre, seçme özgürlüğümüze bir tür iman duymak zorundayız.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorum Kuralları
1. Argo kullanmayalım.
2. Belirteceğimiz görüşlerde lütfen kaynak ve belge sunalım
3. Herhangi bir ideolojik veya karalıyıcı yorumdan uzak duralım
NOT: Konumuz merak yazarları olarak
yorumunuz bizim için son derece önemlidir.
Lütfen "beni bilgilendir" seçeneği ile
bu konu hakkında takipte kalın.